top of page

İzafi İrtifalar

Şeker katılmış çay kadar tatsızım bu gece; kim karıştırdı beni böyle, kimin bardağı tutan bu el? Tutarsız bir lezzet damağımdan öte dimağımda; anlamsız sesler, kırık cam kesiği bir sızı… Kemiklerime, iliklerime kadar aidiyetsizlik. Yaşanmışlık kirlenmişliği belki de; zamanın yüzümüze çektiği çizgilerin kalbimizde ki sureti.


İnsanlar garip, insanlar tuhaf; hazır olmadıkları cevapların sorularında boğulanlar, cennete davet edenler, cehenneme çağıranlar… Bilmezler, nerden bilsinler ikisini birden taşıdığımı. Bilmezler, nereden bilsinler aşk her renk, benim alaca olduğumu. Kimi der cinli, kimi der perili; akıllarının almadığı yerde ya deliyim ya veli, benden bile şaşkınlar, benden bile malayani.


  • Büyük adamsın üstad.

  • Siktir et ibneyi.

  • Adam harbiden aşmış.

  • Herif kafayı yemiş abi.


Arkamdan yükselen sesler, yüzüme gülen dudaklardan dökülen irin gibi. Hangimiz daha sorunluyuz, neyi neden yaptığımızı bilmeyenlerimiz mi yoksa nasılı neden yaptığımızı anlayamayan ben mi? Pek bir anlamsız oldu bu cümle, aslında hepimiz gibi; anlatılamamış ve birazda takıntılı. Satır aralarına yazılanları bekleyen tembel dünyaların aksine, boşlukları kendi dengesinde yoğurup doldurmayı tercih eden kaç kişi var? Bir kez daha soruyorum, hangimiz daha kaçık, "herşeyde" hiç bir şey bulamayanımız mı yoksa "hiçbirşeysizlikte" her şeyi görenimiz mi?


Eğlenceli bir şeyler yazabilirdim, okuduğumuzda sizin güleceğiniz kadar yazarken benimde güleceğim. Ama ben hala gülüyorum, çünkü dün gece Ömer Hayyam'la oturdum, denize nazır bir köşede. Yıldızların altında gök kubbeden, Hubble Uzay Teleskop'undan, bir kaç başarısız mekik, Apollo, tv kanalları ve köprüdeki zincirleme trafik kazasından bahsettik. Ne çok domates vardı devrilen kamyonda, hepsi ezilmişti. Saçma değil mi? Dedim ki; "birader, neden pisAgor'un üçgenini çaldın ki?" "Agor" dedi, "bizim Rum meyhaneci, küçümseme, çok hayatlar eskitmiştir kendinin olmayan." Başkaca bir şey söylemedi, biliyorum verecek bir cevabının olmayışından değil, vereceği cevabı anlayamayacaklardan korktuğu için susuyordu. Oysa her ne kadar birbirimizden saklasak da ikimizde farkındaydık, bir şey vardı üzerimizden atamadığımız, kurtulamadığımız başka bir "ben". Biliyorduk, bu yüzden yıldızları geçip karanlık bir noktada kendimize takılıp kalmıştık. Karanlığımız yansımıştı bir kere birbirimize, ışıksızlığımızda sustuk.


Birden, daha ben anlayamadan nereden çıktığını, Hasan Sabbah gelip yanımıza oturdu. (Haşhaşiler ya da aslolan manasına gelen essasin, yabancılar assasins olarak almışlar bu kelimeyi, anlamını suikastçı koymuşlar. "Abe Asan, tanımadın mı beni be ya..." Bilseydiniz Farsça'dan çaldıkları terimlerin çokluğunu, anlardınız neden sustuğunu Hayyam'ın.) Dedi ki; "kim daha tehlikeli, ben mi dilinize doladığınız afyonumla, yoksa sizler mi beyinleri uyuşturduğunuz saçmalıklarınızla. Hangisi daha korkunç bir kitle imha aleti, sahte gerçeklikleri ile toplumların kanına giren yalancıların dünyası mı, yoksa benim sardığım sigaralar mı? Ben belki binleri zehirledim ama siz, evet siz dostum, bütün medeniyet masallarınızla, modernleşme sancılarınızla milyarların kanını emdiniz." Gözlerine baktım, Alamut'un puslu sırları haykırıyordu adeta derinliklerinde.


Kaçtım oradan, haklı insanlardan nefret ettiğim gibi ondan nefret ederek. Çünkü Plato'nun mağarasındaki adamdım ben, çünkü sevmem ışığı, karanlıklarda yaşarım. Hiç unutmam, küçük bir çocuktum, sapanla kuş avlardık. Aslında ilk kez yapıyordum bunu, misketlerden sıkılmış, yeni bir mecra yaratmıştık kendimize bilyelerimizi kullanabileceğimiz. Arkadaşım Abdullah, Allah'ın bir kulu işte, lastiğe sıkıştırdığı misketi bıraktı, havanın yırtılışını duydum önce, sonra boğuk bir ses, hatırlamıyorum kalbimin kırılışında zavallı kuşun kemiklerinin kırılışını duyup duymadığımı. Koşulsuz koşulların gizli aktarımında oynanan oyunlarda çarkla ilgili bir tuzak bu, yere düştü güvercin, saka mıydı? Kanıyordu, yoksa gözyaşlarım mıydı bu cümlede ki ıslaklığın nedeni? Herkesin haklı olduğu bir dünyada tek haksız bu kuş olabilir miydi? Öyleyse onu öldürdük, kanını akıttık, yaşasın dünya barışı.


Gelip geçenleri geçip gidenlerden sor, çünkü bu yazı böyle, her şey zıddıyla var olduğu için belki de, her şeyi tersinden sorgularcasına kelimesiz. Bazen orada, bazen burada kalmış yanımızla asla biz olmayı başaramayan… bu cümlenin devamı nerede?

Malayani Adam
Onda bunda şundadır; mavi boncuk kimdeyse gönlüm ondadır.

 
 
 

Comments


Nessi Gomes - All Related
  • Facebook - Malayani Adam
  • YouTube - Malayani Adam
bottom of page