BEN ŞİZOFREN DEĞİLİZ!!!
- Malayani Adam
- 3 Haz 2018
- 3 dakikada okunur
Garip bir hüzün çöktü içime, uzun zamandır böyle hissetmemiştim, tam olarak kelimeye sığacak, anlatılır bir duygu değil. Hani olur ya bazen, garip kelimesinin neden garip olduğunu vurgularcasına bir his.
Diğerler, ötekiler, berikiler, şuradakiler, oradakiler, neredekiler? Güneşin yüzünü görenler ve ay doğumlu olanlar. Ötekilerimle ben, ezelden gelen bir savaşın içinde yaşlı ve yorgun askerleriz. Kırılan gönüllerimiz, ezilen duygularımız ve ceset ceset hayallerimiz. Usanmadık mücadelemizden, oysa istediğimiz tek şey barıştı, her barış sever gibi savaştık. Yazının burasında özellikle belirtmek istiyorum; "Ben Şizofren Değiliz".
Derin derin nefesler alıp veriyorum, kalbimin hafiflediğini, ciğerlerimin rahatladığını hissediyorum. Sesler sustu kafatasımda, belli ki uykuda diğerlerim, ötekilerime kadar uzanan bir sessizlik, deliksizlik, zamanın sızamayacağı kadar örtülü kapıların ardında uzak bakışlar, anlatamıyorum ama biliyorum bu gözlerin sahiplerini, uykusuzlar, birazda yersiz ve yurtsuz. Tam da burada Aşık Sümmani geliyor aklıma; "herkes diyarında muhabbetinde, bilmem bizi ne civara yazmışlar."
Ben şair eskisi bir gezgin, dört oda bir salon evimi geziyorum düşlerimin üstünde. Beş metre içinde yaptığım on kilometrenin sancısı bacaklarımda, mutlu muyum, bilmiyorum. Olmalı mıyım?
Rüzgar ne zaman eserse tarih öncesi şairlere, oraya savrulur kelimelerim evrimlerin var olmuşluğundan. Say ki kalbim buruktur, anlatabilecek miyim? Çürümeli mi öyleyse toprak usun dingin havuzlarında, bunca unutulamamışlığı ile hafızada kayıpken, mutlak mı açar kucağını küçülmekte olan zamana gök kubbedeki son vadisinde? Öyleyse niye bu şiirler, bu şairler? Bir gün anlayabilecek miyim neden bütün bu ahenk?
Toprak alır öcünü çiğnediğin zamanlardan. Üzerine yıkılır tüm sukutu ile döngünün karmaşasında, kim anlar belki sen ölmüşsündür?
Azın bereketi ile çoğun laneti kardeş olduğunda hatırla, yanlış attığın bir adım var geçmişinde. Kopan bu derin kıyamet senin kendine vebalindir doğmadığın zamanlardan. Ellerine tarih sürçtüğünde lisanın parlaklığı, ruhun karanlığı arttıkça beslenir şeytanla kanımızda. Anladığımız anlamadığımız zamandır, lakin niyetle ölçülür. Çünkü yokluktur zamanın bir adım sonrası. Olmadığını bilemezsin.
Gözlerine ağırlık çöker önce. Peşine düşersin anlaşılamayanın. Ardından bilinmeyenin büyüsü sarar seni, yavaş yavaş akarsın gecenin içine. Boşlukların efsunlu odacıklarında vermediği tek bir soluğu kalmıştır hayatın, hiç bitmeyecekmiş gibi solur durursun. Bir ateş düşer aklına, yüreğinden öte aklına çünkü yüreğinde aklına dâhil. Hiç bitmez bu soluk, bir seferlik sonsuzluktur aslında.
Suret. Bütün tılsımların bütün sureti yıkılır aklına. Gittikçe yığılan bir yoklukta olmakla olmamak arasında bilinmeyen bir “belki olmak” ve “belki olmamak” esastır. Tek kelimelik bir romandır hayatın. Repliğini söyler ve terk edersin bu sahneyi. Aslında olmayan daha bir vardır bütün yokluğu ile yaşanmışlığında.
Korkmadan ağlarsın geceye. Korkmadan bir sigara daha yakıp korkmadan aşık olursun ve hiç korkmadan korkmazsın artık. Çünkü bütün aydınlık zamanlardan soyunduğundan beri, sonuna kadar bütün çıplaklığı ile göze aldığın bir yalandır yaşamak. Ve o tek cümlelik romana gelince; tattıkça ezberlediğin bir ihanetin adıdır, "yazgı" diye yaşarsın.
Az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti. Nehir kenarından geçerken paçalarını sıyırıp ayağını suya soktu, biraz ıslandı ama kurulanınca geçti üşümesi. Eğleşip ateş yaktı, karnını doyurdu bir kez daha hayalleriyle. Zor iklimler, tanımsız imgeler yaşamıştı. "Durup Dururken Durduğu Yerde Durmayan" kaleminden tutmuş, esirgemişti ondan mürekkebin hoş kokusunu. Yarım bir metin, anlattığı kadar anlatamayan bir cümle. Aidiyetsizlik belki de, hiç bir yere yakışamama, girdiği her satırda kuralları altüst eden anlam düşüklüğü. Yıldızlara çevirdi başını avunmak için. Devasa fabrikalar gibi her biri, üretim faktörleri, hedef kitle eşleşmeleri ve pazar kaygıları olmayan. Sonra karanlıklara dikti bakışlarını ışıksızlıkta koyu bir perdeyle çevrili olan ayrımını izledi. Göz kapaklarının içinde ki dünya, gözünü kapattığında gördüğü düş, ter ve dehşet. Boyutların rakamlarla sınırlanmadığı bir vadide uyandı. Sesi kanatlarında taşıyan melek kulaklarına fısıldadı; Masallar masallar... ne anlatanlar ne de dinleyenler bilemediler, söylenen hep ötekiydi.
2003- Foça,

Kommentare